9 Mart 2012 Cuma

Su’m



                                                        Su’m


-          Montumu ister misin?
-          Üşümüyorum.

Bankta denizi seyrediyorlar.
Gökyüzü ve deniz, gri ile siyah arasında gidip geliyor.

-          Emin misin Su? Titriyorsun işte, hissediyorum.
-          Üşümüyorum.

Arkalarından geçen küçük bir erkek çocuğuyla annesinin sesi:
-          Anne, Cenk’lerin yeni doğuran kedilerinin yavrularından birisi yeşilmiş!
-          Öyle mi canım?
-          Gerçekten.
-          Tamam şimdi elimi tut karşıya geçiyoruz.


Yakındaki bankta sürekli konuşan bir kız ve onu kısa cevaplarla oyalayan bir erkek...
Pek akılda kalıcı şeyler çıkmıyor ikisinden de, konuşmaları mecburen dinleyen Su ve
Berti için.


Erkeğin sesi duyuldu bu kez:
-          Dondurma yiyelim mi?
-           Bu mevsimde mi?
-          Hangi mevsimdeyiz ki?
-          Nasıl bir soru bu böyle? Kediler bile hangi mevsimde olunduğunu bilirler.-
diye diklendi, sevgililer arasında oynanması şart olan “Beş dakikada bir patron değiştirme oyunu”nda sırasını alan kız. 


Erkek biraz durakladı ve dudaklarını hafifçe yayarak cevapladı.
-          Bilemiyorum. Doğduğumdan beri böyle bu. Bir gün babam anneme “Nesi var bu çocuğun? On yaşına geldi hala doğumunun şaşkınlığını üzerinden atamamış gibi bir hali var !” demişti.
Ama, sana çekici gelen yönümün de bu olduğunu itiraf etmelisin.- dedi ve kızın boynunu öptü. Aslında daha çok kızın boğazlı kazağı nasibini aldı bundan.
Ağzına bulaşan tüyleri, düşünürken dudaklarıyla oynar gibi yaparak temizledi ve;
-          Einstein’ın bir sözü geldi aklıma, duymak ister misin?
-          Anladım hangisinden basettiğini.
“ İki şey sonsuzdur. Uzay ve insanın aptallığı. Aslında ilkinden o kadar da emin değilim.”
-          Evet, o işte.
-          Ben ondan pek hoşlanmıyorum.
-          Einstein’ dan mı? Neden?
-          Bir çoğu, doğrulukları asla kanıtlanamayacak olan, işimize yaraması imkansız bir yığın teorinin sahibi, büyük dahi! Sütçümüz insanlığa çok daha faydalı birisi bence.
-          Senin kafanda bir problem olmalı.
-          Olabilir. Keman çalamaması ve saçını tarayamaması ile sevimlilik kazanmış, dünyanın en başarısız bilim adamı ben değilim en azından. Arada bir böyle akıllı laflar etmesi bile onun bu durumunu değiştirmiyor. Aslında bunları onun söylediğini de pek sanmıyorum. Söylemişse bile, bu sarhoşken olmuş ve başkaları tarafından yanlış anlaşılmış filan olmalı !
-          Şımarmanı istemiyorum ama kafandaki problem her neyse sana, en az benim ki kadar yakışıyor sevgilim.

Kısa bir süre birbirlerine baktılar.
Az sonra, öpüşmelerinden kaynaklanan garip sesler duyuldu. Kendileri için rahatsız edici değildi bu. Güzeldi hatta.
Yoldan geçenler için bile...  


Su ve Berti, duyduklarının hiç birine tepki vermediler.
Berti:
-          Bella, düğününe gelmemene çok üzülecek.

Kız sinirliliğini beceriksizce gizlemeye çalışarak bir sigara götürebildi ağzına ve yanıtladı:
-          Bak!
Derin bir nefes aldı, yutkundu ve devam etti:
-          Kız kardeşini seviyorum ama böyle hiç bir şeyin farkında değilmiş gibi davranmana dayanamıyorum Berti. Beni görmek istemiyorlar işte. Senden başka herkes bunun farkında.
-          Seni seviyorum ama...             Allah kahretsin Su, hiç bir yolu yok mu bunun !?
-          Yeter artık. Hala anlamıyor musun !?
Kurallarınız böyle... Aptallığa yer yok.
Zayıflığınla bana, kendine, ailene ve inançlara zara veriyorsun.
-          İnanç nedir Allahın cezası!? Zayıflığımı ben seçmedim. Ne kendimi, ne ailemi, ne o kahrolası inançları ne de aptallığımı. Tek seçtiğim şey sensin benim.- dedi Berti bakışının buğulanmasına neden olan ıslaklığa engel olamadan ve ısrar etti:
-          Benim tek inancım bu tamam mı !?
-          ...
-          Ölmek istiyorum artık.
-          Tamam kes sesini. Bize gidelim. Sana kahve yaparım. Yeni yaptığımız kayıtları dinletirim. Gittikçe daha güzel çalıyorum şu aleti.
-          Biliyorum.
-          Hiç bir şey bildiğin yok senin!

Sıcacık öptü kız.
Sarıldılar. Gözlerini yumdular aynı anda.
Yeni doğmuş bebek kokusu gibi tatlı pembe bir koku duydu Berti, içinden dışarıya taşan.
Kızın gözünde ise, bir yunusa sarılarak sığ ve tertemiz bir denizde yüzdüğü, bir anlık kısa bir film oynuyordu.
  

Özellikle tamamen umutsuz olduğumuz zamanlarda bu gibi sebebini asla açıklayamayacağımız şeyler olur ve biz hayata karşı ayakta kalma gücünü yeniden kendimizde hissetmeye başlarız. Bunlara gerek yok aslında.
Ama aksi halde de çok kolay bir galibiyet olurdu herhalde karşı taraf için.
Küçün bir çocuğun, yakaladığı böceğin uzuvlarını birer birer koparırken onu öldürmemeye dikkat etmesine benziyor tüm yaşanılanlar. Arada kaçma umudunu canlı tutmak için onu yere bırakır ve kendini toparlar gibi olduğunda bir parçasını daha kopartır.
Çocuklar Tanrı’ya yakındır. Onlar melektir ne de olsa. 


Ertesi gün işe gitmek üzere kalktı Berti.

Kendine bir kahve yaptı. Pijamalarıyla balkona çıktı. Nedense herşeyi ağırdan alası vardı bu sabah. Birden beş sene önce, yaz tatilinde bir süre beraber olduğu Matilda aklına geldi. Şaşırdı buna. Bu kadar zaman sonra neden durup dururken bunu hatırladığını anlayamadı.
Arada bir de olsa kız arardı onu. Berti de bazen Matilda’yı aramaya niyetlenir ama nedense hep başka zamana ertelerdi.
Matilda da aynı anda Berti’yi düşünüyordu garip bir şekilde. Sonra hep o dedikleri şey oldu. Tüm hayatı; korkunç bir hızla hafızasından fırlayan film kareleri; yağmur gibi gözünün önünden akmaya başladı. Ve Matilda öldü..
Berti bütün gün içinden atamadığı zamansız ve sebepsiz özlemini ve eve varır varmaz Matilda’yı arayarak giderecekti. Günü zor bitirip eve vardığında ilk işi, ezberindeki ülke kodunu tuşlarken diğer yandan rehberinden kızın ev numarasını bulmak oldu. Telefonu Matilda’nın annesi açtı.   
Netanya’dan Haifa’ya giderken bilinmeyen bir nedenle son hızla karşı şeride geçmiş, bir kamyonun altına girerek paramparça olmuş bir arabadaki, bir kızdan bahsediyordu karşıdaki ses.  Masal gibiydi. Arada, muhattabı olduğu bazı sorular duyuyor ama cevap veremiyor, taş kesilmiş, parçası olduğunu hissettiği bir kabusu masal gibi algılıyordu.
-          Sen nasıl öğrendin Berti?
-          Cüzdanından anne veya babasının resimleri çıkmıyor Berti. Kiminkiler çıkıyor biliyor musun? Beş senedir görmediği ve onu bir kez bile aramamış bir çocuğun Berti.
Berti kendinde değil bambaşka bir alemdeydi. Bayılmamak için yere çöktü ve dinledi sadece...
-          Seni seviyordu Berti! Onu aramalıydın.
Güzel de kızdır Matilda’m. Güzellikleri hakediyordu.
Telefonda bu masalı anlatan kişi de besbelli parçasıydı kabusun. Yüreği sökülen bir annenin gerçeği kabullenmişlikle, kabullenemeyiş git-gelleriyle dolu, ağlayamayacak kadar üzgün bir kadının sesiydi. Dünyanın en büyük isyanıydı bu duydukları.           Bir kadının ağlayamayacak kadar üzgün olması, gelmiş geçmiş bütün savaşlara taş çıkartır. Tüm bir toplumun savaş sonrası yaşadığı kin, acı, şiddet, intikam hırsı, kabullenemeyişler, tek bir yüreğin içine sığabilir. Ağlamayan kadın yüreği işte böyle bir şeydir. Böylesi bir güç, böylesi bir kalkan, böylesi bir silah, üretilmedi ve asla üretilemeyecek. 
Ve bu masalı anlatan kadın ağlamıyordu. Berti’yi yere yıkan da buydu işte.   

-          Salak!
Halıda bağdaş kurmuş, başı öne eğik, ellerinden kayıp halıya düşmeye hazır bekleyen bir telefon ahizesi...
-          Salak kız! İyi olmuş öldüğün.
Bunca zaman beni unutamadın ha!
Keşke daha önce ölseydin.
Senin gibilerin yaşamaya hakkı olduğunu mu zannediyorsun?
Çok iyi olmuş...

Hazmedemiyordu Berti bu olanı, ağzı başka şeyler mırıldansa da. Tuvalete gidip kustu. Evden kendini bir şekilde dışarı atmayı becerene kadar, içi dışına çıkana kadar, ruhunu kökünden kazımak istercesine deliler gibi, defalarca kustu.
Dışarı çıkınca bir sigara yaktı. Bir kitapçıya girdi. Ertesi gün işe gitmedi ve kitabı bitirdi. Kendini biraz daha iyi hissettiği sonraki gün, Su’yu görmeye gitti. Ağlamayan kadın Rachel’in yarattığı hasar beyninde karantinaya alınmıştı artık. O bölmeye bir daha girilmeyecek ama varlığı da asla unutulamayacaktı.

                                                                
Bella ve nişanlısı...
Hayatlarının akışını değiştirecek olan ortak bir karar vermişlerdi. Mutlu olmaya hakları vardı.

Bella:
-          Berbat hissediyorum.
-          Normal olanı bu.
-          ...
-          -Sevişelim mi?
-          Olur.
-          Kalkıp bir kaset koydu istediği cevabı alan çocuk ne koyduğuna bakmadan. Kız uyuşukça söylendi:
-          Ne bu çalan? Çok çirkin bir müzik.
-          Bilmiyorum.
Ekose etek sana yakışıyor, dedi çocuk kızın eteğini burnuyla yukarılara taşımaya çalışarak.
-          Değiştir şunu, diye mızıldandı Bella.
-          Neyi?
-          Müziği tabii ki. Dayanamıyorum.
-          Ben de! Nefis bacakların var. Bu tip çorap da sana çok yakışıyor.Ne bu?
-          Külotlu çorap! Yeni bir icat değil. Beğeniyor musun?

Çocuk yataktan fırladı. Çekmeceden çakısını alıp, geri döndü. Hızla açıp kızın göbek deliğinin hemen üstünden t-shirt’ünün altına soktu. Dudağının ve çenesinin altını sırayla hafifçe ısırdı. Çakının ucunu kıza zarar vermeden derisine bastırdı.
-          Benimle alay mı ediyorsun sen?
Kız çocuğun yüzünü kavradı iki eliyle. Tırnak uçları içeri girdi ama kanatmadı.
-          Aptallar alay edilmek için vardır sevgilim.
Sonra kız onu kendine çekti ve nefesi tükenene kadar öptü. Çocuk kurtuldu, kızın üzerindekini kesti ve başını eteğin altına soktu ve dişleriyle çorabı parçaladı ve son olarak da sol elinin yardımıyla kızın içine girdi.

İzleyen dakikalar boyunca başkalarını ilgilendirecek derecede kayda değer şeyler yapmadılar. Bu süre sonunda ilk önce kan ter içinde kalmış çocuğun sesi duyuldu.
-          Kalk da kapat şu boku!
-          Neyi hayatım ?
İçinden çıktı, kalkıp teybe doğru yürüdü, fişini çekmeden zaten açık olan pencereden aşağıya fırlattı. Kablo fişte takılı kaldı, ama diğer ucu teybi terkederek uçmasına izin verdi.
-          Bunu!
Yatağa uzandı.
Kıza değmeden bir süre tavanı seyretti ve uyudu.
Kız da buna benzer bir şeyler yaptı.

                                                                      
  
-          Murat 11 Ağustos’ta CRR’ de konser ayarlamış bize. İki ay sonra yani. Bu işleri nasıl becerdiğini anlayamıyorum. Fazla insan da tanımıyor aslında.
Ne diyor biliyor musun;?
-          ...ne?
-          Her şeyi ben hallediyormuşum. Ona yapacak iş kalmıyormuş. Beni kime dinletirse anında Murat’ın isteklerini kabul ediyorlarmış.
-          Off.. Su..!
Yine bir sürü herifi aşık edeceksin kendine. Zaten sırf bu yüzden bu işle bu kadar uğraştığına da eminim artık.  Hem bu Murat sersemi de çok olmaya başladı artık.
-          İşi bu onun Berti. Ayrıca işine de iyi yapıyor.

Uzunca bir süre ikisi de konuşmadı. Birbirlerine kızdıklarından veya başka bir şey yüzünden değil, sadece ihtiyaç hissetmedikleri için oldu bu. Kızın yaptığı ufak kurabiyelerin belli belirsiz kokusu ve çaydanlıktan çıkan buhar, oturdukları yemek masasının üzerinde bir yerlerde birleşip büyük kabarcıklar oluşturuyor, sonra da tavanda patlayarak odaya ağdalı bir huzur yayıyor gibiydi. Sessizliğin en mantıklı açıklaması buydu belki.
Masanın üzerinde ufak bir ışık belirdi. Kapalı pencere ve kalın perdelerin arasından bulduğu delikten sızmayı başaran güneş, yüz yıl sürecek gibi gözüken bu dinginliği bozdu.
İlk Su kendine geldi ve sordu:
-         Kurabiyeler nasıl olmuş?
-         Çok pişmişler.
-         Yalan söyleme fare suratlı, o yüzden mi altı tane yedin? Bir gün kıskançlıktan patlayacaksın.
Su’nun söyledikleri pek iltifata benzemese de, Berti içinin ısındığını hissetti. Bir sigara yaktı. Başka şeylerden bahsetmek zorunda hissetti kendini.
-         Pamuk nerede?
-         Pamuk mu? Bir yerin mi kanıyor?
-         Off! Kedini soruyorum ben. Nerede o?
Kız ağızındaki çay ve kurabiye karışımını mümkün olduğunca daha uygun yerlere püskürtmeye çalışarak boğuk bir kahkaha attı.
-         Beyaz onun adı beyinsiz çocuk! Pamuk değil!
Yerinden kalktı.
Kocaman gözleri, omzunun hemen üzerinde biten simsiyah düz saçları ve kendi gülümsemesi için tasarlanmışa benzeyen dudaklarıyla, yine akıl almaz bir güzellikteydi Su.
Berti’nin kucağına oturdu.
-         Beni odaya kadar taşıyamazsın bence.
-         Bence de.
-         İşin ucunda ödül var ama.
Berti tadında bırakılmış bir içki sonrası gibi çakır keyif bir hal içindeydi.
-         Aman biliyorum onu ben. Hep aynı ödül.
Üstelik de çok yorucu bir şey.
-         Öyle mi efendim?
Kız hızla kalktı. Çocuğu kulağından tutarak, tökezlemelerine ve çıkardığı seslere aldırmadan odaya sürükledi ve yatağa fırlattı.
-         Bağırıp durma şımarık maymun. Korkacak bir şey yok. Sadece biraz ırzına geçeceğim!
Soyunurken, teybe kısık sesli bir “Miles Davis- Nefertiti” koydu. Dünyadaki en iyi albümlerden biri olmasa bile yine de bir süre sonra daha ulvi bir taraflara gitmenize yol açıyor. İyi bir müzikten daha fazla ne beklenebilir ki?

Su tamamen çıplak kalınca, Berti’nin ruhsal durumunu özetleyen ses tonu ve buna noktayı koyan sözleri duyuldu.
-         Seni haketmiyorum!
Su afallamadı.
-         Kim kimi hakediyor ki?
Biz kendimizi bile haketmiyoruz.
Berti de çıplaktı artık. Bir anda ikisi de sevişmekten vazgeçti. Yatakta birbirlerine sıkıca sarıldılar. Gözlerini kapadılar. Çeşitli görüntüler, kelimeler ve sesler oynaşıyordu düşüncelerinde. Bazıları ise kelimelere dökülüp odanın ortasında dolaşıyordu.

Güzel müzik- ben ne yapıyorum-canım ölmek istiyor- kedi nerede-saat kaç oldu-nefesimle onu rahatsız etmeyeyim-bu son parça olmalı artık...

Ve uyudular...
  


Mekan: Rock bar
Müzik: Deniz Kızı Grubu

Berti:
-         Gittikçe kopuyorum onlardan.
Doğduğumdan beri böyle bu aslında. Değişen şu ki, artık bunu kanıksadım. Bazen unutup aralarına karışmaya çalışıyorum. O zaman da hemen dersimi verip beni dipsiz kuyuma geri postalıyorlar.
Bir tek seni seviyorum.
Bana sevgi gibi gelen şey, doğduğumdan beri bir an bile olsun yanımdan ayrılmayan korkum olmasın sakın?
Kaybetmek.
Benim ona layık olmadığım bir şeyi; beni insanlara bağlayan tek şeyi, seni...
-         Yine hayvan gibi içiyorsun Berti.
Bakışlarını sahneye kaçırdı. Devam etti:
-         Ben sevmedim bu “Penis Kızı” grubunu.
Kızın müzik kulağı var ama neden kaskatı? Sesini kullanmaya korkar gibi bir hali var.
-         Neden herşeyi korkuyla açıklıyorsun ki? Onun tarzı bu. Korkuyla kafayı bozmuşsun sen.
-         Bir bira daha alabilir miyim lütfen?
Bak! Gittikçe düşüyorum. Her sabah kalktığımda kendimi biraz daha aşağıya kaymış buluyorum.
Her zaman daha aşağısı vardır.
Belki de bunu ben yapıyorum. Yukarıdayken kaybedecek bir şeylerin var demektir. En güzelidir dipte olmak.
Bak işte yine karşımıza korku çıktı. O her yerde. Bir de bana kafayı bozmuş diyorsun.
-         Biraz susar mısın? Kız çok güzel söylüyor.
-         O ne söylediğini bilmiyor.
-         Ama neyse ki aramızda ne söylediğini bilen birisi var ha? dedi kız çocuğun saçlarını hızla karıştırarak,
Ve o birisi hepimize yeter de artar bile!


Gözleri buğulandı hafifçe. Kıza yaklaştı ve yanağından öptü. Tüy gibi ama öptüğünü hissederek, kokuyu içine çekerek.
-         Su, seni köpek gibi seviyorum.


Kuyruklu yıldız yalnızca güney yarı küreden görüldü.

-         Bu ilahi bir işaret oğlum. Tanrının bir uyarısı.
-         Peki ne demek istiyor anne?
-         - Kötü zamanların yaklaştığını bildiriyor, onun gibi düşünmeyenler için.

-         Ama çok güzel görünüyor anne.
-         Tanrı herşeyi güzellikle verir.
Dinler de bunun eseridir zaten.

-         Evet, onun tarzını anladım. Din güzeldir ama aynı zamanda insanları birbirinden ayırır değil mi anne?
Sağ köpek dişinin sallanmasına neden olan okkalı bir tokat yedi ve şunları duydu kulağının acıyla çınlamasına rağmen:
-         İblis! Odana defol ve babandan yiyeceğin dayağa hazırlan!
Tanrının ne olduğunu daha anlayamadan onun yüzünden ilk dayağını yemişti ve şimdi de ikincisine hazırlanması isteniyordu. Kendi kendine bie daha asla bu konuyu düşünmemeye ve kimseyle konuşmamaya söz verdi küçük çocuk.

Bir saat kadar sonra babası eve geldi. İçmişti.Çıkardığı gürültüden belliydi. Yatak odalarına geçtiler. Bazı garip sesler geldi kulağına yataklarından ve anne-babasından kaynaklanan. Sonra tartıştılar bir süre, biraz sessizlik ve babası hızla odasına daldı.
Işığı açtı. Bir kaç dakika kadar aralıksız tokat ve çığlıklar ve hırlamalar yankılandı duvarlarda.
Sonra ışık söndü.

Tavanı seyretti bir süre küçük çocuk bir süre. Ağlamadı.
Uyumadan önce dua etti ama –son kez-

- Tanrım bir daha asla seninle konuşmayacağım.                     Amin.-

Zaman:  11 Ağustos
Konser sonrası
Mekan:  North Shield
Dil: İngilizce


Birden Su’nun yanında yakışıklı bir çocuk belirdi.
İçkisini onunkine yaklaştırarak:

-         Sevgili Su, muhteşemsiniz.
-         Teşekkürler ama daha önce tanışmadığımıza göre adımı biliyor olmak ve beni muhteşem bulmak için herhalde mantıklı bir açıklamanız da var.
-         Bu akşam CRR’deydim. Sizi seyrettim.
-         Aha! Evet.
-         Dünyanın en iyi kadın caz piyanisti sizsiniz bence.
-         Vokalist olsaydım neyse ama piyanistliğin cinsiyetle ne alakası var ki?
-         Haklısınız.    Hep öyle söylenir ya, o yüzden sanırım.
-         Evet.  Sanırım bazı şeyleri biribirinden ayırmadan kavramak zor geliyor. Bu genel zeka kıtlığından kaynaklanan bir durum ama. Herkes için geçerlidir.
-         Teşekkür ederim. İçimi rahatlattınız.

Sessizce gülerek birer yudum aldılar içkilerinden. Etrafı seyrettiler biraz.
Bu eylemin verdiği rahatsızlığın, konuşmanın sıkıcılığını bile aştığını düşündükleri zamanlarda ise anlamsız sorularla birbirlerini oyaldılar.
Yoruldukları zamanlarda bir kaç yudum alarak saçmalama kuvvetlerini ayakta tutmaya çalıştılar.
Bu şekilde epey bir zaman geçirdiler.

-         Su, biliyor musun, ben aynı ortamda olduğum kişilerden ne kadar fazla içersem içeyim, bir süre sonra en ayık kişi durumunda kalıyorum. Kafam çok daha hızlı çalışmaya başlıyor ve onlarla eğlenmeye başlıyorum. İçkiye karşı doğuştan gelen bir dayanıklılığım var benim.
-         Yalnız değilsin bence. Dünyadaki alkoliklerin yüzde doksan dokuzu da senin gibi düşünüyor olmalı.
Su’nun iğnelemelerini bir tarafa koyacak olursak, çok uzun zamandır tanışıyormuş gibiydiler konuşurken. İşin iyi tarafı bundan hoşnut olmaları veya neden böyle olduğunu kavrayamamaları değil, bu durumun farkında bile olmamalarıydı.
-         Bir mesleğin var mı?
-         Astroloğum ben. Yıldızlar yalnızca açık havalarda bize güzel görünmeye yarayan nesneler değildir. Üzerimizdeki etkileri ve bunların tarihsel kökleri inanılmaz derin bir konu.
-         Anlıyorum...Bir mesleğin var mı peki !?
-         Bundan para kazanıyorum ben. Bu bir bilim ayrıca.
-         Bilim mi? Karşısındaki insanı tanıyamayacak kadar aptal olanların kafasını iyice karıştırmak için Tanrı’nın icat ettiği bir oyun bu bence.
-         Hayır. Bu zaten Tanrı tarafından yasaklanmış bir şey. Nasıl bunu onun verdiği bir oyuncak olarak görebilirsin?
-         Yasak ha?
-         Bunu herkesin bildiğini düşünürdüm.
-         Evet...
Saatin var mı?
-         Hayır yok.
-         Olsun, geç oldu. Çıkalım buradan biraz yürürüz.
-         Olur.

İstanbul
Gürültü,   deniz,   gece,   çöp,

Bir süre yürüdükten sonra bir banka oturdular. Öpüştüler. Her iki taraf için de ağırlık hissi uyandıran ve gereksizliği iş işten geçtikten sonra farkedilen bir öpüşmeydi. Ağızlarında çiğ pırasa yemiş gibi bir tad veya bir his vardı.

Ayn ı anda her yerde ışıklar kesildi.
Havada nemli bir şaşkınlık dolaşmaya başladı. Sadece orada değil.
Tüm sokakta, tüm semtte, hatta tüm şehirde...
Kollarını yakaladığı herkesin boynuna doluyor, dilini ağızlarına sokuyor, onları etkisi altına alıyor, en ufak bir direnişle de karşılaşmıyordu.
Bir süre sonra kentte bundan etkilenmeyen tek bir insan bile kalmamıştı.
Herkes kendini vıcık vıcık aşık hissediyor, ama kime olduğunu aklına bile getiremiyordu.
Bu durum dakikalarca sürdü.
Sonra tüm ışıklar birer birer yanmaya başladı.
İnsanlar derin bir uykudan uyanır gibiydiler.

-    Seni arayabilir miyim Su? Daha sonra yani.
-         Bilmem, bir dene bakalım!
-         Aslında her şey çok komik. Bir kaç saat öncesine kadar, o konserde seni izlerken tanışabileceğimiz aklımın köşesinden bile geçmezdi. Şimdi şu konuştuklarımıza bak.
-         Ne konuşuyoruz ki?
-         Önemli olan ne konuştuğumuz değil. Sürekli olarak beklentilerimizin dışında şeyler olması sence tesadüf mü? Bence yukarıda birileri sürekli olarak bizimle oynayarak eğleniyor. Tanrı’nın espri yeteneğinin olmasını hoş bulmuyor musun?
-         İşin içinde olmasaydım belki. Senin güçlü bir Tanrı inancın var galiba. Her durumu onun seni sevmesine bir delil olarak yorumluyorsun.
-         Bu bilinçli bir şey değil.
-         Şüphesiz.
-         Aslında bu konuda iyi anılarım yok. Çok uzun zaman boyunca annem ve babam yüzünden Tanrı fikrinden nefret ettim. Aynı sebepten kuyruklu yıldızlardanda.
-         Neler saçmalıyorsun?
-         Önemli değil. Sonuç olarak biliyorum ki Tanrı cahillere göre bir kavram değil. Onun da hataları yok değil tabii.
İki ay sonra ülkeme dönüyorum. Özledim doğduğum ülkeyi.
-         Doğduğun ülke?
-         Peru. Peru’luyum ben.
-         Vay canına! Sende bir gariplik sezmiştim zaten.
Bir süre sonra ayrıldılar. Gece de böylece sona erdi.
Daha sonra kız onu hiç aramadı. Artık büyümüş olan küçük çocuk ise onu aramış ve adresini istemişti.
Su’ya güney yarı küreden bir mektup geldi bir ay kadar sonra.
Havadan, doğadan, adı duyulmamış hayvanlardan ve müzik aletlerinden bahseden uzun bir mektup.
Yine de sıkılmadan okudu onu Su.
Ölene kadar bir daha haberleşmediler...
Sevgili Berti,

Sana kötü bir haberim var. Murat iki buçuk ay sonra Paris’te adını hala ezberleyemediğim yerdeki konser için tüm bağlantıları kurmuş. İş kesinleşti sayılır yani. Merak etme ama. Mümkün olduğunca az erkeği kendime aşık edeceğim,söz. Hatta istersen bu seferlik biraz kötü de çalabilirim senin hatırına.
      Aslında Paris’i çok merak ediyorum.Gezmeye pek fazla vakit ayırabileceğimi tahmin etmiyorum ama yine de görebildiğim her şeyi sana yazmaya çalışacağım.Sana bunları yüzüne bakarak anlatmayı, hatta daha fazlasını, o şehre seninle gitmeyi çok daha fazla isterdim, ama olmadı. Olmayacak. Aptallığınla herşeyi mahf ettin. Herşeyin bir yeri ve zamanı olduğunu ne zaman öğreneceksin?
(Var mıdır ki gerçekten?)
      Bu bize yaptığını berbat bir şaka olarak almayı daha ne kadar sürdürebileceğimi bilmiyorum. Al benden de sana bir tane. Bunu bir daha sakın yapma!
Hafta sonunda annem babamla tekneyi alıp açıldık. Babam oltalarını da aldı yanına. Rakı ve mezelerin yanında bir iki taze balık da fena olmazdı aslında. Ama bir tane bile tutamadığı gibi tüm oltaları da ya denize uçtu ya da birbirine dolaştı. Epey rüzgar vardı yani. Neyse biz annemle konserve balıkları yedik. Babam elini bile sürmedi.Uzun bir süre evde balık lafının geçeceğini sanmıyorum. Babam sinirinden, annem de ona eşlik etmek için, bense öyle istediğim için içtikçe içtik. Üçümüz iki büyüğü bitirdik. Görsen benimle iftihar ederdin. Kusmadım üstelik. Yani en azından teknedeyken. Evdekinin ise başka sebebleri var. Evimiz bana epeydir çok rahatsızlık veriyor. Bizimkilerle bir alakası yok. Unutmaya çalıştığım şeyleri suratıma çarpıyor sürekli. Neler olduğunu tahmin edersin.
Ne yapıyorum ben Allah aşkına? Şu anda deli gibi çalışmam gerekirken oturmuş sıkıntılarım ve balıklar hakkında mektup yazıyorum. Murat bu halimi görse öldürürdü beni herhalde. Senin olmadığın bu bir buçuk sene içinde altıncı evlenme teklifini de dün yaptı bana. Diğerlerini sana anlatmıştım zaten. Bir gün bıkıp kabul edeceğimi düşünüyor sanırım.
Bilmiyorum, belki de ederim...
Eskiden çevremdeki iyi insanlardan biriydi o. Şimdi ise çevremde var olan tek insan. Senin yokluğunda akıl almaz bir arkadaş ve dost soykırımı yaptım. İnanır mısın, iki aydır beni bir tek kişi bile aramadı. Murat delirdiğimi düşünüyor. Ben de onun salak olduğunu düşünüyorum bana böyle dediği için. İyi geçindiğimiz söylenemez ama birbirimizi anlıyoruz en azından. Aslında bu yüzden iyi geçinemiyoruz bana sorarsan. Eskiden kimseyi anlamaya çalışmazdım. Herkesle de aram iyiydi. Şimdi onu ve ailemi de kaybetmemek için onları anlamaya çalışıyorum. Ama kimle konuşmaya başlasam en fazla on dakika geçmeden kavga ediyoruz.
Hey dur bir dakika, kaybetme korkusundan mı bahsediyorum ben? Aman Allahım, gitmeden bana bunları bulaştırmış olmana inanamıyorum. Sen Allahın cezası birisin Berti.

Berti uyuşturucu kullanmıyordu. Ama olabilecek en güzel ölüm şeklinin altın vuruş olduğunu düşündüğünü söylemişti bir kaç kez  Su’ya.
Ve bunu deneyeli bir buçuk sene oldu...
Berti’nin düşüncesinin doğru olup olmadığını Su dahil kimse bilmiyor. Su zaten hayatı boyunca herhangi bir ölüm şeklinin bir diğerinden daha iyi olabileceği gibi bir saçmalığa kafa yormamıştı.
Berti artık yok.  Su için bu durumun daha iyisi veya daha kötüsü olabilir miydi?

Peru nasıl bir yer sence? Senin gelmediğin CRR konserinden sonra barda tanıştığım bir çocuk bana orası hakkında ilginç şeyler söylemişti.
Şu anda seninle orada olmak çok güzel olabilirdi.
Ne kadar manasız aslında. Bir insanın canı nasıl daha önce hiç gitmediği bir yerde olmak ister? Uzak ve bilmediğin şehirlere gitme isteği ne demektir?
Belki de nasıl olduğunu az çok tahmin edebildiği yerlere değil de, adını bile gittikten sonra öğrendiği yerlere gitmeli insan. “Eğer gittiğin yere kendini de götürüyorsan yer değiştirmiyorsun demektir”diyaloğu meşhurdur, bilirsin.

Ayda bir iki kez geliyordu Su yahudi mezarlığına. Yazdığı mektupları Berti’nin üzerindeki toprağın içine yerleştirip, bazen dua edip bazen de etmeden evine dönüyordu. Belki Berti’nin ailesi, belki de rüzgar belki de Berti’nin kendisi bir önce yazdığı mektubu bulmasına engel oluyordu. Önemli olan yazılmış oldukları kişinin onlardan haberi olmasıydı. Öyle veya böyle bunun gerçekleştiğine inanıyordu Su.

Sen kendini de götürdün mü gittiğin yere Berti?
Eğer götürdüysen yer değiştirmedin, yani hala buralardasın; yok götürmediysen zaten buradasın demektir.
Gitmemişsin bir yere işte yalancı domuz! Foyan çıktı işte meydana!
Neden herkesi aptal yerine koyup bu kadar üzdün ki?
Bu hakkı sana kim verdi?
Bir gün seni bir şekilde bulduğumda öyle bir ceza vereceğim ki sana, hiç te öyle tahmin ettiğin gibi bir ceza olmayacak bu...

Berti seni köpek gibi özlüyorum...

                                                                                                          Su’n